Bu soruyu cevaplamadan önce yalan ile gerçek arasındaki o aşılamaz olan paradoksu hatırlatmam gerekiyor. Yalancı yalanı söyleyemeyen kişidir, yalancı yalan söylemeye yeltenmiş ama gerçektir iddiası ile söylediği söz başkaları tarafından farkedilince yalancı olur. Yalanı söyleyen eğer yakalanmaz ise doğru olarak kabul edilir. Aslında yalan ve gerçek zaman ve mekan içinde dolaşır, doğrusunu ancak herşey bittikten sonra dönüp baktığımızda anlayacağız.
Medya ilk olarak bizim anladığımız şekli ile, 30 yıl savaşlarında ortaya çıktı, Avrupa'da ortaçağ biterken savaşan ordular çekirge sürüsü gibi dolaşırken yanlarında o zaman yeni çıkmış olan Matbaa ile dolaşıyorlardı, yazının ve resmin insanlar üzerindeki etkisini yeni keşfetmişlerdi, ve savaşta her yol mübahdir diyerek zamanlarının günlük gazetelerini basmaya başladılar, aynı bizin U-Bahn daki gazeteler gibi, içinde yalan, iftira, karalama, aşağılama, hörgörme, kışkırtma ve tahrik olan günlük gazeteleri tabi şimdiki teknik ve sayıda olmasada artık mekanik olarak basıp bunuda halka bedava ulaştırıyorlardı. Sonra bir savaş silahi olarak ortaya çıkan Medya aldı başını gitti. Dünyanın ilk medya savaşı Kırım savaşıdır , fotoğraf negatif baskı metodu ile çok ucuza imal ediliyor herkes bir fotoğraf makinasi ile savaşa gidip herşeyin fotoğrafını çekiyorlar bu çektikleri fotoğraflarıda o zaman ki gazeteler kömüründe gücü ile bütün dünyaya yayıyor. Tabi o zaman daha sansür icat edilmediği için, savaşın belki ilk ve doğal vahşetini bütün çıplaklığı ile insanlara gösteriyor. Savaşın mağlubu Rusya hala Kırım söz konusu olduğunda o yaşadığı travmayı asla unutamıyor ( onun için Putin 10 dakikada Kırımı ilhak etti) Tabi basın bundan sonra şimdiye kadar uğraşmak zorunda olduğu sansür ile boğuşmaya başlıyor. Sonra bu medyanın üzerinden iki dünya savaşı bir soğuk savaş geçiyor , şimdi ise medya dumura uğramanın bir sonraki aşamasında.
Peki medya neden bu halde? Medya ne yapsın çıkışı bozuk olunca sonradan düzeltmek zor oluyor. Birde medya dediğin şey satılan para kazanılan birşey olunca işin içine müşteri memnuniyeti, ondan sonra reklam gelirleri, hükümet destekleri, ortaya çıkıyor, ve sonunda şu an yaşadığımız medya ortaya çıkıyor. Evet bütün siyasi tartışma medya üzerinden yürütülüyor, öyle olunca da medya önemli olmaya başlıyor. Medya kendi içinde binlerce parçaya bölünüyor dergiler, gazeteler, dağcılık dergileri, kayak dergileri, siyasi dergiler, dini dergiler, spor gazeteleri, şirket gazeteleri parti gazeteleri , sonuçta burda herkesin yapmak istediği bir şey söylemeye çalışmak, medya insanın diskurs içinde kendisini ifade ettiği yerdir. Avusturya gazetelerindeki haberlerin siyasetin sebebini veya kimin yaptırdığını bilmek istiyorsan, öyle iluminati'ye , komplo teorilerine gitme, o iğrenç gazeteyi eline al ve içindeki reklamlara bak kim o gazeteye para vermiş ise, işte o para kaynakları, şirketler, kurumlar, partiler, bunların hepsi bu siyasetten memnunlar ve gazete bu siyaseti yaptığı için ona o paraları veriyorlar.
Şu an medyayı destekleyen "üst akıl" Türkiye ve Erdoğan siyasetini destekliyor ve istiyor. Oysa Avustruya dışişleri bakanı Mısır'ı ziyaret etti ve orda diktatör, eli kanlı Sisi'yi islam ülkelerine örnek ilan etti, ondan sonrada utanmadan Erdoğan diktatör diyor, yani daha hukuk fakültesini bile bitirememiş Dışişleri bakanı burda yaşan Türkleri aptal zannediyor? İşte bu gibi bilgileri medyada duyurmak çok zor çünki bakan boğazına kadar paraya boğduğu bir medya ile hareket ediyor.
Peki yalan söylemenin imanlarının şartı olduğu bir medyada nasıl olurda biraz gerçek haber yapabiliriz? Bunun için ilk önce söylecek bir şeyiniz olmalı, bu herhangi birşey olmamalı, yani internetten arayarak bulabileceğiniz bir şey olmamalı, otantik olmalı, nevi şahsına münhasır olmalı, eğer elinizde para ve siyaset gibi iki önemli güç yoksa o zaman elinizde yapacağınız tek bir şey kalıyor oda sanat. Birde muhatap olduğunuz gazeteci çok önemli. Mevlana diyor ki doğru söz insanın kalbinde sükunet verir, huzur verir, yalan söz ise insanın kalbinde sıkıntı verir, darlık verir, konuşurken kim olursa olsun bunu düşünerek konuşulursa işte o zaman söylemek istenilen şey yerine ulaşır.
Der Galgenbaum – Darstellung von Kriegsgräueln nach Jacques Callot (1632) |