Donnerstag, 2. Januar 2014

Bağımsız yargı mı , sorumlu siyaset mi ?




Bağımsız yargı mı , sorumlu siyaset mi ?

Siyasal antropolojide, ilk  insan tasavvur edilir, ve bu ilk insanın  neden yanlız yaşamayı  terkedip toplu halde yaşamayı  seçtiğini anlamaya çalışılır. Platon'un ve Hegel'in  ilk insanı  adalet düşüncesi sayesinde toplum  olmaya başlar. Yani  insanın bir arada yaşama sebebi insanın adalet istemesidir. Adalet ve  buna  bağlı olarak hak, haklılık ve  haksızlık hakkında  çok fazla söz  söylenebilir. İnsanın neden adil olması  gerektiğine  dair birçok ahlaki argüman geliştirilebilir. Bütün bu  birbirinden farklı  adalet teorilerinin  üzerinden bir meta adalet  önermesi söylememiz gerekirse. Bu adalet  talep eden herkezin kabul edeceği  bir  önerme  olmalı. Yani adalet denilen şey aslında adalet  talep  edenin kendi hakkında  verilen hükmü gönül rahatlığı ile  kabul edip işte adalet bu  demesidir. Bu adalet  talebinde  bulunan birden çok  kişinin aynı anda adalet istediğinde  daha da  zorlaşan bir hal alabiliyor ama adalet sonuçta  kişinin şeksiz şüphesiz verilen hükümden memnun  olması  demek. Adaleti ancak adalete maruz  kalan ve  adalet  taleb eden kişiden anlayabiliriz.

Mahkemeler ise  adalet sisteminin tecelli etttiği, karar ve  hükümlerin verildiği makamlardır. Hakimler  ise bu makamın karar verme yetkisine sahip insanları. Mahkemeler bir siyasi yapının isteği ile  kurulurlar ve meşruiyetini ( legitimasyonunu) kendi varılığını oluşturan , idame ettiren siyasi  yapıya  muhtacdırlar. Hakimler yaptıkları işten dolayı bir  ücret alan ve bu sayede yaşayan  insanlardır. Yani bir hakimin en şiddetli dürtüsü hayatta kalma isteğidir; sevgi, dayanışma, ve adalet  gibi  soyut değerler kendi varolma isteğinden sonra gelir. Çünki insan sonuçta  var ise ulvi değerlerin bir anlamı vardır. Şimdi kimse ay sonunda  bankada  geçim kaynağı için hakimlik yapan birinin bağımsız  olduğunu iddia etmesin. Özel bir şirkette çalışan bir işçi ne  kadar bağımsız ise bir hakimde  o kadar  bağımsızdır. Sonuçta  Mahkeme meşru olan bir siyasi  iradenin adalet düşüncesinin vücuda gelmiş halidir. Anayasaya aykırı  bir darbe yolu ile devrilmiş başbakanı keyfi sebeblerle idam eden, 17  yaşındaki  bir çocuğu asmak için, kanunen yaşını büyüten bir mahkeme ve  hakim nasıl bağımsız  olabilir? İnsan  kendini hukukun  üstünlüğü beklentisi ile kandırabilir  bence bu  terapi edici bir anlayış, ama  bir başkasından aynı şeyi bekleyemez. Ne yazık ki insanların sübjektif adalet anlayışları, çok farklı hükümler verdirebiliyor. Başkası için reva gördüğünü , aynı  sebeblerden kendine  uygulandığında insan bunu adaletsizlik olarak algılayabiliyor. Herşeyin izafi olduğu teorisi modern  paradigmanın temel taşını oluşturdu. Herkesin  haklı olduğu, hiçkimseninde  haksız  olmadığı bir  paradox çağa  girdik. Tanrı ölmeden önce  yani modern  öncesi  çağlarda adalet fikri vardı, çünki Tanrı adildi, ama bunu yorumlayan insanlar yanlış kararlar  verebiliyorlardı, bu  yanlış kararlar insanların adalete  olan  inancını  eksiltmez , çünki adalet öldükten sonra mutlak  olarak elde edilecek bir  hakikattir. Günümüzün  modern  insanı ise, herşeyin relatif  olduğu en iyi  avukatı  satın alanın adalet elde ettiği gayet rasyonel gerçekçi  bir zamanda yaşamaktadır.

İşte  böyle paradoxların  içinde  birileri çıkıp gücün tek bir elde toplanmasının tehlikelerinden, yada  gücün  kontrol edilmesi  gerektiğinin hassasiyetini belirten endişelerden bahsediyor. İnsanlık tarihi  ilk zamanlardan  itibaren, adaleti talep etti ve bunu uygulayan bir güç  ortaya  çıktı. Ben burda çok eskilere  gitmek istemiyorum. Günümüz siteminin ilham  kaynağı olan ve  günümüz sitemine  en yakın  olan çağdan  başlamak istiyorum Roma cumhuriyeti. Atina demokrasisinde hem direkt demokrasi var  hemde halkın büyük bir  kısmı sistemin dışında. Res Publika kamuya açık olan demek. Romanum Forum kanunların halka açık bir şekilde  sunulduğu  yer. Burdaki amaç, toplumda gücün şiddetten  uzak ve sivil bir şekilde görünür  olmasıdır. Parlamentosu Senatosu olan, Magistrat ve Gouvenörler ile açık ve görünür bir biçimde gücün  kullanılmasıdır. Roma  Cumhuriyeti gücün tek bir elde  toplanmasından çok  korkuyordu, bunun için zaman  içinde değişen bir  hukuk sistemi oluşsa da temel esasları hep aynı kaldı. Parlamentosu Senatosu olan Roma  Cumhuriyetini yöneten iki  Konzül vardı, Roma'lılar icin  iki kişinin aynı anda  hata yapması  bir kişinin yapmasından daha  zor  görülüyordu. Yönetime gelen  Konzül'lerin bütün  mesleki kariyerlerini yapması  gerekiyor ayrıca  en fazla iki sene  görevinde  kalabiliyordu. Sürekli  Senato  tarafından denetlenen  Konzül'ler, yaptıklarında  sorumlu idiler. Roma Cumhuriyeti'nde  birde acil durumlarda devreye giren, altı aylık sınırlı  özel yetkilere sahip bir anayasal kurum var: Diktatör. Emreden anlamına gelen Diktatör , altı aylık süresi boyunca  tek başına  hiç kimseye  hesap vermeden  yönetir, bu  şekilde  savaş,  kıtlık gibi acil durumlarda  daha  hızlı bir idare sağlanmış olur. Kanunen  diktatörün süresi altı ay olarak belirlenmiştir, yani eğer altı ay sonra  Senato yada Parlamento toplanamazsa  bile, Diktatör görevini bitirir. Gücün bu kadar hassas  bir şekilde  dağıtıldığı Roma Cumhuriyeti'nde 36  Diktatör geldi, bunların içinde en sonuncusu  dünyaca meşhur  oldu Julius Ceasar. Roma Cumhuriyeti'nin son Diktatörü görev süresi  bittiği halde,  kendi  çıkardığı bir  başka  kanunla  kendini ömür  boyu  Diktatör  ilan eder. İşte  böyle bir ortamda  Romalılarda  onun  ömrünü kısaltarak  diktatörlüğe son verirler. Romalıların  başına en korktukları şey gelir, artık güç  bir  kişide toplanmıştır,  Senatoları, Parlamentoları ve  kanunları olmalarına  rahmen buna engel olamadılar.

Anayasa modern devletin bulduğu birşey değil, herkez için geçerli olan kanunlar  menzumesidir anayasa,  ve herhangi bir sorunda  tekrar  kaynağa  dönülüp  bir çare arama kitabıdır. Almanya'da Weimar  cumhuriyetinde  modern bir anayasası vardı, ama iktidara Hitler  gelince  anayasa  hiç  umrunda  olmadı, çünki  gücü  kendinde  tutan birisi neden onu kısıtlamak istesin? İşte Anayasa mahkemesi denen  kurum  ikinci dünya savaşından sonra  insanların aklına geldi, iktidara gelecek olan  kişinin denetlenmesi  gerekiyordu. Burda  yeni  bir sorun çıktı  peki bu  yüksek  mahkemeyi kim seçecekti? Sonuçta  hakim denilen kişi maaşını almaz ise  görevini yapmayacak bağımlı  bir  insan, ayrıca  sorumluluğuda yok. İşte  bunu aşmak için değişik yollar  arandı, suan  Türkiye'de  uygulanan  ve  modern Avrupa ülkelerinde de  olan karmaşık bir  hakim seçme süreci ortaya çıktı  ama  sonuçta  yüksek  hakimler  meclis ve  Cumhurbaşkanı  tarafından atanır ve  onaylanırlar, yani bağımsız yargı meşruiyetini  sorumlu siyasetten alır.

Kuruluşundan buyana  kesintisiz devam eden tek demokrasi  ingiliz  parlamentosudur. Elbette  ilgiliz parlamentosu  gökten  zembil ile  inmedi , zaman  içinde  ortaya çıkan sorunlara  karşı bir çare  olarak yavaş yavaş günümüzdeki halini aldı, ama bugün Fransız'lar 5. Cumhuriyetlerini  kutlarken  İngiliz'ler  hala  aynı  demokrasilerinde  devam etmektedirler. Ayrıca  işin diğer  ilginç yanı  İngiltere de  ne anayasa nede  bunun mahkemesi bulunmakta. Peki  bu  güçler dağılımı yada  bağımsız yargı  efsanesi  nerden geliyor? Montesquieu ilk olarak  güçler dağılımından  bahsediyor. Kendisi mutlakiyetçi bir Kralın altında inim inim  inlerken aklına  gelen en demokratik yapı  tek kişide yoğunlaşan gücün dağıtılması oldu. Bunun yanında ama  İngiliz'ler gücü temsil eden  kralın kafası kesip bütün gücü parlamentoya bağlayınca  kimsenin aklına  gücü  paylaşmak  gelmedi. Sonuçta  gücün sahibi  gücünü paylaşmak istemez. İngiliz  parlementosu sadece kadını  erkek yapamaz onun dışında  herşeyi yapmaya yetkisi ve  gücü vardır. Yani  istersen kirallığı kaldırır yerine cumhuriyet  kurar,  istersen  ülkenin adını  değiştirir  bunuda sadece  meclis  çoğunluğu ile yapar. Anayasası  zaten  olmadığından daha rahat hareket eder. Margaret Thatcher  10 yıllık iktidarı boyunca  çıkardığı bir kanun ile, Londra belediyesini  ortadan  kaldırıp Londra şehir yönetimini başbakanlığa bağlar, hiçde  sorun  olmaz. İktidarı bitincede yerine gelen yeni yönetim bu  kanunu geri çevirir ve  Londra belediye başkanlığı sistemine geri dönülür. Prensipte bir köy  muhtarı anayasa hakiminden daha  bağımsızdır. Rusya  1995  yılında  dünyanın en modern  anayasına sahip oldu, ama hala anayasası olmayan bir ingiltere kadar  demokrat değil.

Bağımsız yargı  ancak sorumlu siyaset ile mümkün  olabilir. Sorumlu siyaset ise,  açık ve transparent  olan bir siyasi yapının sürekli seçimler ile  halkın tercihine saygı  duyması  demektir. Almanya'da istihbarat örgütünün BND denetlenmesi  sorunu ortaya çıkınca  kimse  bağımsız yargı  diye  bağırmadı,  çünki herkez bilmekteki ay sonunda  maaşını bekleyen birisi  bağımsız  olamaz, ancak sorumluluk olan kişi bağımsızdır ( oda  göreceli olarak) söz  konusu olan soruşturmayı  parlamentoda  milletvekilleri gizli olarak yaptılar. Amerikada da  önemli  hadiseler  mahkelemere  bırakılmazlar , senato bir komisyon  oluşturur ve  bu komisyon halka  açık olarak olayı  araştırır işte bağımsız yargı budur, çünki  sorumlu olduğu için, çünki verdiği karardan  ötürü sandıkta hesaba çekileceği için. Naziler döneminde  birçok  hakim nazi mahkelemerinde  birçok idam kararı verdiler, bence  cinayet olan bu kararlar  hiç hesaba çekilmediler , ve kimse  hakimleri  sorumlu  tutmadı, sadece 38 yüksek Nazi  yöneticisi  yargılandı. İkdidarın siyasi otoritesine bağlı olan mahkemeler bağımsız  olamazlar, yada  daha açık söylemek  gerekirse,  bağımsız  yargı  siyasi iradenin sorumluluğu kadardır.

Siyasetin en önemli vasfı ise sorumluluk almasıdır. Sorumlu kişi  görünür olur adresi bellidir, niyeti bellidir ve transparent bir yapısı vardır. Aynı kurallar  içinde diğer politik aktörler ile birlikte  siyaset yapılır. Siyasi partiler, sendikalar, STK gibi yapılar kanunen belirlenmiş  tuzükleri olan, yöneticileri seçimle gelen ve adresleri belli olan ve sorumluluk alabilen yapılardır. Bu özelliklere  haiz  olmayan bir yapı elbet  olabilir, ama sorumluluk alan bir siyaset yapamaz. Onun  için bağımsız yargı diye anlamsızca  kanuşacağımıza  sorumlu siyaseti konuşsak daha  faydalı olur.

Meine Forderungen für die Gemeinderatswahl 2020 Wien

Meine Forderungen für die Gemeinderatswahl  2020 Wien  1- Für alle Wiener Schulen 2 Wochenstunden Angebot: Empathie,  soziale Verantwortung ...