Bağımsız yargı mı , sorumlu siyaset mi ?
Siyasal antropolojide, ilk insan tasavvur edilir, ve bu ilk insanın neden yanlız yaşamayı terkedip toplu halde yaşamayı seçtiğini anlamaya çalışılır. Platon'un ve
Hegel'in ilk insanı adalet düşüncesi sayesinde toplum olmaya başlar. Yani insanın bir arada yaşama sebebi insanın
adalet istemesidir. Adalet ve buna bağlı olarak hak, haklılık ve haksızlık hakkında çok fazla söz
söylenebilir. İnsanın neden adil olması
gerektiğine dair birçok ahlaki
argüman geliştirilebilir. Bütün bu
birbirinden farklı adalet
teorilerinin üzerinden bir meta
adalet önermesi söylememiz gerekirse. Bu
adalet talep eden herkezin kabul
edeceği bir önerme
olmalı. Yani adalet denilen şey aslında adalet talep
edenin kendi hakkında verilen
hükmü gönül rahatlığı ile kabul edip
işte adalet bu demesidir. Bu adalet talebinde
bulunan birden çok kişinin aynı
anda adalet istediğinde daha da zorlaşan bir hal alabiliyor ama adalet
sonuçta kişinin şeksiz şüphesiz verilen
hükümden memnun olması demek. Adaleti ancak adalete maruz kalan ve
adalet taleb eden kişiden
anlayabiliriz.
Mahkemeler ise
adalet sisteminin tecelli etttiği, karar ve hükümlerin verildiği makamlardır.
Hakimler ise bu makamın karar verme
yetkisine sahip insanları. Mahkemeler bir siyasi yapının isteği ile kurulurlar ve meşruiyetini ( legitimasyonunu)
kendi varılığını oluşturan , idame ettiren siyasi yapıya
muhtacdırlar. Hakimler yaptıkları işten dolayı bir ücret alan ve bu sayede yaşayan insanlardır. Yani bir hakimin en şiddetli
dürtüsü hayatta kalma isteğidir; sevgi, dayanışma, ve adalet gibi
soyut değerler kendi varolma isteğinden sonra gelir. Çünki insan
sonuçta var ise ulvi değerlerin bir
anlamı vardır. Şimdi kimse ay sonunda
bankada geçim kaynağı için
hakimlik yapan birinin bağımsız olduğunu
iddia etmesin. Özel bir şirkette çalışan bir işçi ne kadar bağımsız ise bir hakimde o kadar
bağımsızdır. Sonuçta Mahkeme
meşru olan bir siyasi iradenin adalet
düşüncesinin vücuda gelmiş halidir. Anayasaya aykırı bir darbe yolu ile devrilmiş başbakanı keyfi
sebeblerle idam eden, 17 yaşındaki bir çocuğu asmak için, kanunen yaşını büyüten
bir mahkeme ve hakim nasıl bağımsız olabilir? İnsan kendini hukukun üstünlüğü beklentisi ile kandırabilir bence bu
terapi edici bir anlayış, ama bir
başkasından aynı şeyi bekleyemez. Ne yazık ki insanların sübjektif adalet anlayışları,
çok farklı hükümler verdirebiliyor. Başkası için reva gördüğünü , aynı sebeblerden kendine uygulandığında insan bunu adaletsizlik olarak
algılayabiliyor. Herşeyin izafi olduğu teorisi modern paradigmanın temel taşını oluşturdu.
Herkesin haklı olduğu,
hiçkimseninde haksız olmadığı bir
paradox çağa girdik. Tanrı
ölmeden önce yani modern öncesi
çağlarda adalet fikri vardı, çünki Tanrı adildi, ama bunu yorumlayan
insanlar yanlış kararlar
verebiliyorlardı, bu yanlış
kararlar insanların adalete olan inancını
eksiltmez , çünki adalet öldükten sonra mutlak olarak elde edilecek bir hakikattir. Günümüzün modern
insanı ise, herşeyin relatif
olduğu en iyi avukatı satın alanın adalet elde ettiği gayet
rasyonel gerçekçi bir zamanda yaşamaktadır.
İşte böyle
paradoxların içinde birileri çıkıp gücün tek bir elde
toplanmasının tehlikelerinden, yada
gücün kontrol edilmesi gerektiğinin hassasiyetini belirten
endişelerden bahsediyor. İnsanlık tarihi
ilk zamanlardan itibaren, adaleti
talep etti ve bunu uygulayan bir güç
ortaya çıktı. Ben burda çok
eskilere gitmek istemiyorum. Günümüz
siteminin ilham kaynağı olan ve günümüz sitemine en yakın
olan çağdan başlamak istiyorum
Roma cumhuriyeti. Atina demokrasisinde hem direkt demokrasi var hemde halkın büyük bir kısmı sistemin dışında. Res Publika kamuya
açık olan demek. Romanum Forum kanunların halka açık bir şekilde sunulduğu
yer. Burdaki amaç, toplumda gücün şiddetten uzak ve sivil bir şekilde görünür olmasıdır. Parlamentosu Senatosu olan,
Magistrat ve Gouvenörler ile açık ve görünür bir biçimde gücün kullanılmasıdır. Roma Cumhuriyeti gücün tek bir elde toplanmasından çok korkuyordu, bunun için zaman içinde değişen bir hukuk sistemi oluşsa da temel esasları hep
aynı kaldı. Parlamentosu Senatosu olan Roma
Cumhuriyetini yöneten iki Konzül
vardı, Roma'lılar icin iki kişinin aynı
anda hata yapması bir kişinin yapmasından daha zor
görülüyordu. Yönetime gelen
Konzül'lerin bütün mesleki
kariyerlerini yapması gerekiyor ayrıca en fazla iki sene görevinde
kalabiliyordu. Sürekli
Senato tarafından denetlenen Konzül'ler, yaptıklarında sorumlu idiler. Roma Cumhuriyeti'nde birde acil durumlarda devreye giren, altı aylık
sınırlı özel yetkilere sahip bir
anayasal kurum var: Diktatör. Emreden anlamına gelen Diktatör , altı aylık
süresi boyunca tek başına hiç kimseye
hesap vermeden yönetir, bu şekilde
savaş, kıtlık gibi acil
durumlarda daha hızlı bir idare sağlanmış olur. Kanunen diktatörün süresi altı ay olarak belirlenmiştir,
yani eğer altı ay sonra Senato yada
Parlamento toplanamazsa bile, Diktatör
görevini bitirir. Gücün bu kadar hassas
bir şekilde dağıtıldığı Roma
Cumhuriyeti'nde 36 Diktatör geldi,
bunların içinde en sonuncusu dünyaca
meşhur oldu Julius Ceasar. Roma
Cumhuriyeti'nin son Diktatörü görev süresi
bittiği halde, kendi çıkardığı bir
başka kanunla kendini ömür
boyu Diktatör ilan eder. İşte böyle bir ortamda Romalılarda
onun ömrünü kısaltarak diktatörlüğe son verirler. Romalıların başına en korktukları şey gelir, artık
güç bir
kişide toplanmıştır, Senatoları,
Parlamentoları ve kanunları
olmalarına rahmen buna engel olamadılar.
Anayasa modern devletin bulduğu birşey değil, herkez
için geçerli olan kanunlar menzumesidir
anayasa, ve herhangi bir sorunda tekrar
kaynağa dönülüp bir çare arama kitabıdır. Almanya'da Weimar cumhuriyetinde modern bir anayasası vardı, ama iktidara
Hitler gelince anayasa
hiç umrunda olmadı, çünki
gücü kendinde tutan birisi neden onu kısıtlamak istesin?
İşte Anayasa mahkemesi denen kurum ikinci dünya savaşından sonra insanların aklına geldi, iktidara gelecek
olan kişinin denetlenmesi gerekiyordu. Burda yeni
bir sorun çıktı peki bu yüksek
mahkemeyi kim seçecekti? Sonuçta
hakim denilen kişi maaşını almaz ise
görevini yapmayacak bağımlı
bir insan, ayrıca sorumluluğuda yok. İşte bunu aşmak için değişik yollar arandı, suan
Türkiye'de uygulanan ve
modern Avrupa ülkelerinde de olan
karmaşık bir hakim seçme süreci ortaya
çıktı ama sonuçta
yüksek hakimler meclis ve
Cumhurbaşkanı tarafından atanır
ve onaylanırlar, yani bağımsız yargı
meşruiyetini sorumlu siyasetten alır.
Kuruluşundan buyana
kesintisiz devam eden tek demokrasi
ingiliz parlamentosudur.
Elbette ilgiliz parlamentosu gökten
zembil ile inmedi , zaman içinde
ortaya çıkan sorunlara karşı bir
çare olarak yavaş yavaş günümüzdeki
halini aldı, ama bugün Fransız'lar 5. Cumhuriyetlerini kutlarken
İngiliz'ler hala aynı
demokrasilerinde devam
etmektedirler. Ayrıca işin diğer ilginç yanı
İngiltere de ne anayasa nede bunun mahkemesi bulunmakta. Peki bu
güçler dağılımı yada bağımsız
yargı efsanesi nerden geliyor? Montesquieu ilk olarak güçler dağılımından bahsediyor. Kendisi mutlakiyetçi bir Kralın altında
inim inim inlerken aklına gelen en demokratik yapı tek kişide yoğunlaşan gücün dağıtılması oldu.
Bunun yanında ama İngiliz'ler gücü
temsil eden kralın kafası kesip bütün
gücü parlamentoya bağlayınca kimsenin
aklına gücü paylaşmak
gelmedi. Sonuçta gücün
sahibi gücünü paylaşmak istemez.
İngiliz parlementosu sadece kadını erkek yapamaz onun dışında herşeyi yapmaya yetkisi ve gücü vardır. Yani istersen kirallığı kaldırır yerine
cumhuriyet kurar, istersen
ülkenin adını değiştirir bunuda sadece
meclis çoğunluğu ile yapar.
Anayasası zaten olmadığından daha rahat hareket eder. Margaret
Thatcher 10 yıllık iktidarı boyunca çıkardığı bir kanun ile, Londra
belediyesini ortadan kaldırıp Londra şehir yönetimini başbakanlığa
bağlar, hiçde sorun olmaz. İktidarı bitincede yerine gelen yeni
yönetim bu kanunu geri çevirir ve Londra belediye başkanlığı sistemine geri
dönülür. Prensipte bir köy muhtarı
anayasa hakiminden daha bağımsızdır.
Rusya 1995 yılında
dünyanın en modern anayasına
sahip oldu, ama hala anayasası olmayan bir ingiltere kadar demokrat değil.
Bağımsız yargı
ancak sorumlu siyaset ile mümkün
olabilir. Sorumlu siyaset ise,
açık ve transparent olan bir
siyasi yapının sürekli seçimler ile
halkın tercihine saygı duyması demektir. Almanya'da istihbarat örgütünün BND
denetlenmesi sorunu ortaya çıkınca kimse
bağımsız yargı diye bağırmadı,
çünki herkez bilmekteki ay sonunda
maaşını bekleyen birisi
bağımsız olamaz, ancak sorumluluk
olan kişi bağımsızdır ( oda göreceli
olarak) söz konusu olan
soruşturmayı parlamentoda milletvekilleri gizli olarak yaptılar.
Amerikada da önemli hadiseler
mahkelemere bırakılmazlar ,
senato bir komisyon oluşturur ve bu komisyon halka açık olarak olayı araştırır işte bağımsız yargı budur,
çünki sorumlu olduğu için, çünki verdiği
karardan ötürü sandıkta hesaba
çekileceği için. Naziler döneminde
birçok hakim nazi
mahkelemerinde birçok idam kararı
verdiler, bence cinayet olan bu
kararlar hiç hesaba çekilmediler , ve
kimse hakimleri sorumlu
tutmadı, sadece 38 yüksek Nazi
yöneticisi yargılandı. İkdidarın
siyasi otoritesine bağlı olan mahkemeler bağımsız olamazlar, yada daha açık söylemek gerekirse,
bağımsız yargı siyasi iradenin sorumluluğu kadardır.
Siyasetin en önemli vasfı ise sorumluluk almasıdır.
Sorumlu kişi görünür olur adresi
bellidir, niyeti bellidir ve transparent bir yapısı vardır. Aynı kurallar içinde diğer politik aktörler ile
birlikte siyaset yapılır. Siyasi
partiler, sendikalar, STK gibi yapılar kanunen belirlenmiş tuzükleri olan, yöneticileri seçimle gelen ve
adresleri belli olan ve sorumluluk alabilen yapılardır. Bu özelliklere haiz
olmayan bir yapı elbet olabilir,
ama sorumluluk alan bir siyaset yapamaz. Onun
için bağımsız yargı diye anlamsızca
kanuşacağımıza sorumlu siyaseti
konuşsak daha faydalı olur.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen